13 Şubat 2016 Cumartesi

Çocuk Eğitimi Üzerine İlk Program ''SUSAM SOKAĞI'' nın Hikayesi


      Belki o dönemde çok da önemli bir olay olarak görülmemişti, ancak milyonlarca çocuğun hayatını etkiledi ve günümüzde de etkilemeyi sürdürüyor. Örneğin; ben yaklaşık 4-5 yaşlarımda iken okumayı ''Susam Sokağı''ndan kendi kendime öğrenmişim =) Büyük olasılıkla çocukluğunuzda sizin de hayatınızı, günlük rutinlerinizi bir hayli etkilemişti. Peki hepimizin hayatının bir bölümüne dokunan bu program nereden çıkmıştı?
      10 Kasım 1969 tarihinde ilk ''Susam Sokağı'' programı Amerika'da televizyonda yayınlandı. Daha sonrasında 100'ün üzerinde ülkede yayınlanan bu programın yaratıcıları, herhalde o sıralarda bunun dünya çapında bir fenomen olacağını akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. Onların amacı; anaokulu yaşına gelen çocukların, okula olabildiğince hazır bir şekilde başlayabilmelerini sağlamaktı. 

      1966 yılında gelişim psikoloğu Lloyd Morrisett, Carnegie Corporation'da eğitim araştırmalarının denetiminden sorumluydu. Yönettiği sayısız deneysel çalışmanın ardından Morrisett, okul öncesi çağdaki düşük gelirli ve anaokuluna gidemeyen çocukların okula hazır olma becerilerinin, orta sınıf ailelerin çocuklarını gönderdikleri okul öncesi programlarında uygulanan müfredatın onlara da uygulanması sayesinde büyük oranda geliştirilebileceğinden artık emindi. Öte yandan, milyonlarca dolarlık bir fon ayrılsa bile, bu başarılı programın ancak birkaç bin çocuğa ulaştırabileceğini fark etmişti.

      Kaderin cilvesi mi denir, iyi şans mı bilinmez; New York'taki bir akşam yemeği davetinde, Morrisett ile yerel bir televizyon kanalında prodüktör olan Joan Ganz Cooney tanıştılar ve küçük bir sohbete daldılar. Morrisett: ''Etkin bir okul öncesi müfredatı ile milyonlarca çocuğa ulaşma ve fırsat eşitliği sağlamak istiyorum.'' dediğinde, Cooney: ''Çalışmalarında test ettiğin müdahale programlarına dayanan bir çocuk programını, televizyonda yayınlayabilirim.'' şeklinde karşılık verdi. Böylece Morrisett'in gelişim psikolojisi alanındaki uzmanlığı ile Cooney' in televizyon programcılığı birleşerek, çocukların ilgisini çekecek ve onları eğlendirirken eğitecek, o güne dek eşi benzeri olmayan bir çocuk programı hazırlayabileceklerini düşünüyorlardı.

    Planın taçlanışı da Cooney'in bu program için Jim Henson'ı işe almasıyla oldu. Henson zaten televizyon izleyicilerinin yakından tanıdığı ve sevdiği bir kukla ustasıydı, şimdi ise özellikle bu çocuk programı için kuklalar tasarlayacaktı. Bütün karakterlerin kendine özgü bir kişiliği olacaktı. Ve gösterinin metinlerini hazırlayacak yazarlarına, karakterleri toplumsal becerileri öğretecek şekilde konuşturmaları talimatı verildi. 

    Cooney'in akline gelen bir diğer dahiyene fikir ise; ''Programın adına anaokulu çocuklarının karar vermeseydi.'' 
    Cooney programın yaratıcı yönüyle ilgilenirken, Morrisett ise programı finanse etmek için para topluyor, bir yandan da diğer gelişim bilimciler ve psikologlardan destek alıyordu.
    Ve perde!! Program yayın hayatına başlar başlamaz başarılı oldu. İnanılmaz bir şekilde, program birinci yılını tamamladığında ABD'de yaşayan 12 milyon çocuğun tam olarak yarısı, her gün ''Susam Sokağı'' nı seyrediyordu. 

    Yine de, ''programın popüler olmasının, eğitimsel amaçlarını yerine getirdiği anlamına gelmediği'' yönünde çeşitli eleştiriler vardı. Bunun üzerine psikologlar, programın küçük izleyicileri üzerindeki etkilerini araştırmaya başladılar. Günümüze dek bu yönde bir çok çalışma gerçekleştirildi ve artık ''Susam Sokağı'' nın, çocukların hem bilişsel hem de toplumsal-duygusal gelişimlerini olumlu yönde etkilediği konusunda fazla kuşkuya yer kalmadı. (Örneğin; Wright ve diğerleri, 2001). Böylece ''Susam Sokağı''nın yaratıcıları, çocuklara yönelik hazırlanan hem yararlı hem de başarılı olacak programlar için sağlam bir temel oluşturdular. 

    Hepimizin hayatının bir ucuna dokunmayı başarmış bu şahane programla ilgili; sizin ''Susam Sokağı'' anılarınız var mı?

12 Şubat 2016 Cuma

Çocuğa Kim Bakacak?



      Modernleşen dünya, tüketimin çılgınca empoze edilmesi, gelir-gider dengesizliği, kadının toplumdaki yerinin değişmesi, kadın-erkek eşitliği kavramının daha çok dile getirilmesi, hayatın müşterek olması ve bir çok nedenden dolayı, kadınlar iş dünyasına daha çok girmeliydiler, nitekim öyle de oldu.
      Kadınların da iş dünyasının bir parçası olması ile bugün çocuk bakımı şekilleri, geçmişe göre oldukça farklılar gösteriyor. Daha önceden ev hanımı olan ve çocuğunun tüm bakımını üstlenen anne rolü değişti. Günümüzde, 1 yaşın altında çocuk sahibi olan kadınların bir kısmı, ev dışında en azından yarı zamanlı bir işte çalışıyor, 2 yaşın üzerinde çocuk sahibi olan kadınların ise neredeyse yarısından fazlası tam zamanlı bir işte çalışıyorlar. Bazı anneler ise çeşitli fiziksel ya da ruhsal sorunlardan kaynaklı olarak, çocuklarına bakamama veya bakımı reddetme gibi nedenlerden dolayı, çocuklarının bakımından uzak kalıyorlar.

      Tüm bunların etkisiyle, okul çağındaki çocuklar gibi, bebekler içinde, zamanlarının önemli bir bölümünü ebeveyn dışındaki bir bakıcıyla geçirmek, sıradan bir durum haline geldi. Bununla beraber, anne/babaların başvurduğu çok sayıda farklı tipte bakım düzenlemeleri de oluştu. Örneğin, kendi evinde dışarıdan gelen bir bakıcı tarafından bakım, anneanne-babaanne gibi, birinci derecede yakın akrabanın çocuğa bakım sağlaması, çocuğun ona bakacak kişinin evine götürülmesi, çocuğun gündüz bakım evine gönderilmesi, çocuğun kimi zaman kreşe gitmesi, kimi zaman da bir akraba tarafından ilgilenilmesi gibi...


       Annenin çalışıyor olması, çocuğu nasıl etkiler?

      Bu sorunun aslında net bir cevabı yoktur, fakat pek çok çalışmada, ''annenin çalışmasının'' çocuklar üzerinde olumlu ya da tarafsız etkisi olduğu bulunmuştur. Çocuğun gittiği kreşte yaşadığı çevre, evinde yaşayacağı çevreden (uyaran açısından) daha uygun nitelikteyse bu durum, çocuğun bilişsel gelişimi açısından daha iyi bir ortam yaratabilir veya tam tersi durum olarak kreşteki çevre, evinde yaşayacağı ortamdan daha az uyarıcı etken içeriyorsa bu durum, çocuğun bilişssel gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. 

     Bir çalışmada, annesi çalışan kız çocuklarının, annesi çalışmayanlara göre daha bağımsız bir kişilik geliştirdikleri ve annelerine hayranlık duydukları belirtilmektedir. Annesi çalışan çocukların okul başarısının, annesi çalışmayan çocuklara oranla daha iyi olduğu bulunan çalışmalar da vardır. Bazı araştırmalar; kreşe giden çocukların, evde bakılan çocuklara oranla, daha girişken ve popüler olduklarını ve akranları ile oyun becerilerinin daha iyi olduğunu bulmuş, bununla beraber bir diğer grup araştırmacı ise, ebeveyn dışı bakımın hem okul öncesi yıllarında hem de daha ileri yaşlarda, arkadaşları ile ilişkilerinde saldırganlığa ve öğretmenlerle, anne/babalara karşı daha çok itaatsizliğe yol açtığını söyler. Bazılarında ise, annenin ilk yıl çalışmasının bir takım negatif etkileri olduğu bulunmuştur.


        İnsanın aklı karışıyor değil mi? Her araştırma farklı bir şey söylüyor. Bu karışıklığı çözmenin etkili yollarından biri, kreşteki ve evdeki bakımın nasıl olacağını ve çocuğu nasıl etkileyeceğini, her çocuğu kendi içinde ele alarak değerlendirmektir. Çünkü bu tür durumlarda asıl sorun, kreşin kendisi ya da bakacak kişinin ebeveyn dışı olması değil, çocuğun yaşadığı deneyimlerdir. Bu nedenle çocuğa bakacak olan kişinin veya gündüz bakım evinin/kreşin seçimi çok önemli bir ayrıntıdır. Seçilen kişi, anne ile biraz zaman geçirmeli, annenin çocuğuna bakım tarzına en yakın tarzda çocuğa bakmalı ve çocuğun günlük rutinlerini değiştirmemelidir. Çocuğun banyosunun anne tarafından yaptırılması, annenin eve geldiğinde ilgilendiği ilk kişinin çocuğu olması, ilk karşılaşmada çocuğunu kucaklaması bağlanmanın güçlenmesi ve çocuğun güveni açısından önemli ayrıntılardır. Ayrıca çocuğa bakacak olan kişi mecbur kalınmadığı sürece ve sık değiştirilmemelidir. Seçilecek olan kreşin çocuk eğitim ekolünün, ailenin çocuk yetiştirme yaklaşımı ile benzer olması ve mecbur kalınmadıkça, kreşin sürekli değiştirilmemesi de önem taşır.

     Bunun yanı sıra, annenin çalışma durumu tüm aileyi çeşitli yönlerden destekler. Örneğin; çalışan kadının öz güveni artar, maddi ve manevi olarak aileye katkı sağlar, evlilik ilişkilerinde güç kazanır. Bu güç ve öz güven çocuklarıyla olan iletişimini de olumlu etkiler. Annenin çalışmasının günlük rutinler ve etkileşimler üzerinde de çeşitli etkileri vardır. Örneğin; eşi çalışan babalar, ev işlerinde ve çocuk bakımında, çalışmayanlara oranla daha çok vakit ayırmaktadır. Böylece çocuklar, daha az cinsiyetçi ayrım olan, daha sağlıklı bir ortamda büyürler. 
   Ancak annenin çalışıyor olması ya da olmaması; çalışmak isteyip çalışamayan, çalışmak istemeyip çalışmak zorunda kalan, sevmediği bir işte çalışan anneler olmaları durumunda, çocuk üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.

      Peki annenin çalışıyor olması anne-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisini nasıl etkiler?

      Genelde babalar her gün işe gidiyor olmasına karşın, bebeklerde babaya karşı güvenli bağlanma geliştiğini biliyoruz. Yani düzenli ayrılmaların güvenli bağlanmayı önlemediği açıktır. Öyleyse bu durum söz konusu anne olduğunda değişiyor mu? Hayır, değişmiyor. Gündüz bakımı, çocuğun güvenli bağlanmasını tek başına etkileyen bir unsur değildir. Gündüz bakımının ya da kreşlerin, bağlanma üzerindeki olumsuz etkileri yalnızca anneleri evde duyarsız davranan çocuklarda görülebiliyor. Güvensiz bağlanma riskinin artması, iki olumsuz koşulu (duyarsız anne ve niteliksiz bakım) bir arada yaşayan çocuklarda söz konusudur. Yapılan araştırmalar sonucunda; gündüz bakımına verilen çocukların anneye güvenli bağlanmalarının, bütünüyle evde anne tarafından büyütülen çocuklarla aynı olduğunu görülmüştür.

      Sonuç olarak şu noktayı anlamamız ise önem taşıyor: Ebeveyn dışı bakıma verilen çocuklar ile sadece annesi tarafından büyütülen çocuklar arasında, olumlu ve olumsuz etkiler açısından çok küçük farklılıklar vardır. Çocuk sahibi olmanız, iş dünyasından veya gündelik hayattan kopmanız ve sadece annelik yapmanız anlamına gelmez. Çocuğun bakımını üstlenmek sadece annenin görevi değildir. Unutmayın ki siz aynı zamanda, kadın, eş, evlat, dost, arkadaş ve daha bir çok kimliği olan bir bireysiniz. Çalışmak istiyorsanız bunu engellemeyin ve kimsenin de engellemesine izin vermemeye çalışın. Çocuğunuz açısından, diğer kimliklerinizi unutmanız, kendinizi kötü hissetmeniz, çalışıyor olmanızdan daha riskli bir durum olacaktır.

     -Çocuğunuzun İyi Olabilmesi İçin, Önce Sizin İyi Olmanız Gerekir.-


11 Şubat 2016 Perşembe

Şiddetin Küçüğü (!)


    Bir Şaplaktan Bir Şey Olmaz (mı)?

    Her kültürde, anne babaların  çocuklarını nasıl disipline etmeleri gerektiği aslında ana hatları ile belirlenmiştir. Örneğin; İsveç'te çocukları herhangi bir şekilde fiziksel olarak cezalandırmak kanunen yasaklanmıştır. Ancak Türkiye'de böyle bir yasa yoktur ve 0-6 yaş arasında çocuğu olan her 10 anne babadan 8'i arada bir çocuğuna, bir şaplak attığını söyler. 

   
    Peki bunun sonucunda ne olur?

   Kısa vadede durumu kurtarır ve çocuk yaptığı davranışı bırakır. Böylece anne ya da baba bir daha ki sefere de aynı yöntemi kullanmaya başlar ve bir ''döngü'' oluşur. Ve siz artık kolay yolu buldunuz; her olumsuz davranışta bir şaplak aranıza girer. Sizin ara sıra dediğiniz ve onun her seferini hatırladığı bu acı şaplak(!) olayını sizinle eşleştirir ve çocuğun gözündeki olumlu değerinizi düşürürsünüz. Böylece, övgünüz hatta şefkatiniz bile çocuğun davranışlarını daha az etkilemeye başlar, bu da çok ağır bir bedeldir.
   Uzun vadedeki sonuçları ise, tüm toplumu etkileyebilecek ölçüde büyük boyuttadır. Çocuk, anne babasının sorunları çözmek ya da insanlara istediklerini yaptırmak için fiziksel güç kullandığını gözlemler ve bunu içselleştirir. Çocukluğunda olumsuz davranışlarının olumlu davranışlarından çok olması, içe kapanıklılık, arkadaşlarına, çevresine veya kendisine zarar verici davranışlar, okul başarı performansının düşük olması gibi yan etkilerin olma olasılığı yükselir. Büyüdüğünde ise suça meyilli, şiddet yanlısı, şiddeti normal algılayan ve şiddet uygulayan bir yetişkin olma olasılığı, şiddet görmeyen çocuklardan daha yüksektir. Bu olasılıklar sadece çocukta gözlenebilecek genel olasılıklardır, özele indiğimizde olumsuzluklar listesi elbette oldukça kabarık.
  
    Peki ama nasıl terbiye edeceğim?

    Çocuklar şiddetle değil, davranışla ve görerek öğrenirler. Öncelikle nasıl bir çocuk olmasını istiyorsanız ona siz ayna olun ve olmasını istediğiniz gibi davranın. Örnek olamayacağınız ya da yapmasını istemediğiniz diğer davranışları ise Şaplak(!) ile değil, disiplinle öğretebilirsiniz. Çocuğunuzu terbiye değil disipline etmeye çalışın.

    Disiplin Nedir?

    Disiplin sözcüğü, öğretici- eğitici kelimelerinin kökeninden gelir ve ''kendini kontrol edebilme, öz denetimini kazanma, kendisine yönelebilme, diğer insanlara karşı saygılı olma davranışlarının eğitim yolu ile bir çocuğa kazandırılması'' anlamına gelir. Yani sizin düşündüğünüzün aksine, disiplin aslında olumlu bir kelimedir ve her çocuk için gereklidir.

    Etkili bir disiplin sisteminin olmazsa olmaz 2(iki) hayati unsuru vardır:
    1- Aile ve çocuk arasında pozitif, destekleyici ve sevgiye dayanan ilişkisi
    2- İstenen davranışları desteklemek, istenmeyen davranışları söndürmek

Bu maddelerden her birinin doğru bir şekilde uygulanması, çocuğunuzun öz güvenli, sınırlarını bilen ve kontrollü bir kişiliğe sahip bir birey olarak gelişimini sürdürmesine, sizin ise işlevsel ve başarılı bir disiplin sistemi uygulamanıza yardımcı olacaktır. 

  Nasıl Uygulayacağım?


1- Çocuğunuza disiplin kazandırmanın en etkili yolu, çocuğun kendisini, sevildiğinden ve güvendiğinden emin olduğu bir ortamda hissetmesidir. Çocuğunuz istemediğiniz bir davranış yaptığında ona vereceğiniz cevap çok önemlidir. Bu bağlamda, kabul etmeyeceğiniz bir davranış yaptığında çocuğunuzu değil davranışını eleştirin. Ona ''Sen çok kötü bir çocuksun'' gibi kişisel saldırılarda asla bulunmayın. Bunun yerine ''Sen her ne yaparsan yap biz seni seviyoruz, bu kesinlikle değişmez, fakat bu davranışını doğru bulmuyoruz'' diyerek söze başlayıp, nedenlerini açıklayarak devam edebilirsiniz..Böylece size karşı olan sevgi ve güven bağı artacak ve çocuğunuz bu bağı sürdürmek adına negatif davranışlardan kaçınacaktır. Sağlıklı, sevgi dolu ve güvenli iletişiminizi sürdürmek için aile içindeki rolünüzü unutmamanız önemlidir. Çocuğunuzun arkadaşı olmak yerine, ebeveyni olun ve ona yol gösterin. Herkesin görev ve sorumluluklarını bildiği, birbirine sevgi ve saygı ile yaklaştığı bir aile ortamında, aynı şekilde çocuğunuzda nasıl davranması gerektiğini bilecektir. Çünkü çocuklar, ne görürlerse onu öğrenirler.

2- Bir davranışın devam edip etmemesi, o davranışa verdiğiniz tepkiye bağlıdır. İstediğiniz davranışın devamını sağlamak için, çocuğunuza olumlu bir geri dönüt vermeniz önemlidir. Bu geri dönüt sözel veya bedensel olarak onu onayladığınızı belli eden davranışlar göstermenizdir. Örneğin; çocuğunuz sevdiği bir yiyeceği sizinle paylaştığında ona '' benimle paylaştığın için teşekkür ederim'' diyebilir ya da kucaklayabilirsiniz. İstediğiniz davranışlarını onayladığınızı ve beğendiğinizi görmesi bu davranışların sayısını artıracaktır. Çocuk olumlu davranışlarının aile ve toplum tarafından onaylandığını gördüğünde, pozitif sosyal ilişkileri artacak, öz-disiplin, öz saygı gelişimine katkı sağlayacaktır. Çocukların davranışlarının desteklenmesi oldukça önemlidir. Çocuğunuzun yapmasını istediğiniz davranışlar için önce siz rol model olun, ardından çocuğunuz davranışı sergiledikten hemen sonra onu, olumlu geri dönüt vererek ödüllendirirseniz, davranışları konusunda onu disipline etmek oldukça kolay olacaktır. 
Not: Buradaki ödül çocuğa bir şey satın almak değil, sözel olarak ve beden diliyle çocuğu onaylamak, desteklemek ve takdir etmektir.


Daha önce de söylediğim gibi, ''bir davranışın devam etmesinde ailenin verdiği tepkiler çok önemlidir'' ilkesinden yola çıkarak istenmeyen davranışları söndürme konusunu ele alalım. Bir davranışı değiştirmek veya söndürmek için kullanılabilecek ilk yöntemlerden biri ''görmezden gelme'' yöntemidir. Görmezden gelme yöntemi, olumlu davranışın pekiştirilmesi ile beraber uygulanır. Burada önemli olan iki nokta var. İlki, bir davranış birden bire ortadan kalkmaz, önce davranışın sıklığı azalır, sonra farklı ortamlarda olma özelliği varsa, bu durum azalır. Sabırlı ve kararlı olmak, çocuğun davranışlarını gözlemlemek önemlidir. Çocuğunuzun istemediğiniz davranışları hangi ortamlarda yaptığını belirleyip, buna göre ortam değişikliği yapabilirsiniz. İkincisi ise, ''değişmesini veya olmamasını istediğimiz davranışlar, -görmezden geliyoruz- diye, öylece ortadan kalkmazlar''. Hayatımızdan bir şey çıkarırken mutlaka yerine bir şey koyulması gerekir. Beyin bu boşluğu ancak bu şekilde kapatabilir.

   Önemli Not: Çocuğun kendine zarar verme davranışında, görmezden gelme yöntemi asla kullanılmaz!

   Biz gelişimcilerin cezaya karşı çıkması, çocuğun asla cezalandırılmaması gerektiği anlamına gelmez elbette. Fakat gelişim bilimciler için ceza dediğimiz şey tokat, şaplak atmak gibi fiziksel cezalar veya aşağılamak, hakaret etmek,alay etmek,  kişiliğine saldırmak gibi sözel/sosyal cezalar değildir. Bu tür yöntemler çocuklarda geri dönüşü olmayan yaralar açabilir.

Bütün bu yöntemleri uygulamanıza karşın çocuğunuzun istemediğiniz davranışları hala devam ediyorsa ve yapacak bir yöntem kalmadıysa bu noktada bir uzmana başvurmanız gerekir. Diğer yöntemler ile ilgili burada genel açıklama yapmak doğru olmayacaktır. Çünkü her çocuk ve davranış farklıdır, bu nedenle her davranış kendi içerisinde değerlendirilmelidir. Burada yapılacak genel geçer bir açıklamanın yanlış algılanarak uygulanması veya uygulanacak çocuğa uymaması istenmeyen sonuçlar doğurabilir.
  
     Son söz olarak; şiddetin izleri çocuğun bedeninde görünmese dahi, duygusal gelişiminde ve kişilik gelişiminde bırakacağı izleri tamir edilemeyecek kadar derin olabilir. Şiddetle büyüyen çocuklar, şiddeti normalleştirir, kendi hayatlarında geneller ve ileri ki hayatında suça ve şiddete meyilli bireyler olma olasılıkları çok yüksektir. Özgüven ve öz saygılarında onarılamayacak yaralar açılır. Çocuğa ceza vermek için dövmek, vurmak, şiddetli sarsmak veya herhangi bir fiziksel zarar vermek, ben onu böyle seviyorum diyerek, ısırmak, şaplak atmak, alay etmek, lakaplar takmak, aşağılamak, yaptığı davranışı eleştirmek için sözel ve psikolojik saldırıda bulunmak şiddettir! Ve çocuğa uygulanan her şiddet ''ÇOCUK İSTİSMARI'' dır. Hiçbir davranış şiddetle ortadan kaldırılmaz veya değiştirilemez. Şiddet uzun vadede hiçbir işe yaramaz. -5 yaşındaki bir çocuğun olumsuz bir davranışını değiştirmeye çalıştığımda ''Öğretmenim ben artık dayak arsızı olmuşum.'' dediğini ve neler hissettiğimi, nasıl baktığını hiç unutamıyorum!- Çocuklarımız korunmaya muhtaç, hayatı bizlerden öğrenen, bize güvenen ve hayattaki bağımsızlıklarını en iyi şekilde kazanmak için bizim elimizin şaplağına değil şefkatine, güvenine, sevgisine ihtiyacı olan kıymetlilerimizdir. Çocukluklarında anne/babaya güvenemeyen çocuklar, hayata karşı olan güvenlerini kaybederler!

     Son zamanlarda şiddetin hızla tırmandığı ve çocuklarımızı sokağa çıkarmaktan korktuğumuz ülkemizde ''Bizler de dayak yiyerek büyüdük, bir şey olmaz'' diyerek bu kötü geleneği lütfen devam ettirmeyin. Devam ettirmeniz, sadece hızla tırmanan şiddet sorununa bir tuğla da sizin eklemenize neden olacaktır. Bu sorunları çözmek hepimizin elinde. Böyle bir yöneliminiz varsa, davranış bilimine ve gelişim bilimcilere güvenin ve lütfen destek alın. 

9 Şubat 2016 Salı

Aslında ''Disleksi'' Nedir?

  
   Konunun başlığından yola çıkarak öncelikle açıklamalarla başlayalım.
 Disleksi: Nörogelişimsel bozukluklar başlığında yer alan Özgül Öğrenme Güçlüğü tanısının alt tiplerinden biridir. Sözcük ve harflerle ilgili zorluk yaşamak anlamına gelir. Erkek çocuklarında kız çocuklarından daha fazla görülmektedir ve kalıtsal olabilir. Birbirine benzeyen harflerin karıştırılması en belirgin işaret olarak kabul edilir.

  Özgül Öğrenme Güçlüğü; olası bir beyinsel işlev bozukluğu veya duygusal/davranışsal hasara bağlı olarak, dil, konuşma, okuma, yazma, aritmetik ya da okul yaşantısı için gerekli olan diğer süreçlerin birinde ya da bir kaçında görülen bozukluk, gerileme ya da gelişimsel gecikme olarak tanımlanır ve öğrenme güçlüğünün zihinsel engel, duyusal yoksunluk, kültürel veya eğitsel faktörlerin bir sonucu olmadığı açıkça ifade edilir. (Kirk, 1962).  Geniş anlamıyla, beklenmedik ya da açıklanamayan okuma, yazma ya da hesaplamayı öğrenme sorunları,  daha kesin tanımıyla, bu etkileri yaratan bir nörolojik bozukluğu anlatan terim denebilir. Tanı koyulurken genellikle eleme yöntemi uygulanır, yani tanı alacak çocuğun diğer tüm olasılıkları elendikten sonra tanı konur.


     Özgül  Öğrenme güçlüğü olan çocuklarda;
  •  Ortalamanın altında akademik başarı performansı (okuma/yazma/matematik) 

  •  Bir ya da birden fazla alanda ortalamanın altında performans gösterirken, diğer alanlarda ortalama düzeyde ya da ortalamanın üzerinde performans gösterme
  • Zeka düzeyleri ortalama ya da ortalamanın üzerinde, görme ve işitme duyuları normal olan, yazılı ya da sözel sözcük veya sayı gibi belirli tipte bilgileri kavrama, işlemleme, hatırlama ya da ifade etmede problemlerin olması gibi belirleyici özellikler görülür. 
    Öğrenme güçlüğü kendi içerisinde çeşitliliği ve sınıflandırması olan bir bozukluk türüdür. Genel bir sınıflandırma yaparsak;
  • >>Nöropsikolojik ve gelişimsel öğrenme güçlükleri
  •   - Biyolojik ve genetik nedenler
  •   - Algısal - motor problemler
  •   - İşlemleme eksiklikleri
  •   - Bellek bozuklukları
  •  >>Akademik başarıya dayalı öğrenme bozuklukları
  •   - Dil ve okuma bozuklukları
  •   - Dyslexia/Disleksi ( Okuma bozuklukları)
  •   - Agraphia (Yazma bozuklukları)
  •   - Dyscalculia/Diskalkuli (Matematik bozukluğu) şeklinde bir çok alt sınıfı olan bir bozukluk türüdür.

     Dyslexia/Disleksi olan çocukların genel özellikleri ise şöyledir;
      -Konuşma ya da okumada söz dizimine ilişkin hatalar yaparlar.
      -Okuma sırasında ''b'' ve ''p'' gibi yazılışları birbirine benzeyen harfleri karıştırırlar.
      -Okurken bağlaçları ve kısa sözcükleri atlarlar.
      -Sözcüklere hece ekler veya tersine çevirerek okurlar.
      -Kelimeler arasında duraklar veya üst üste tekrar okurlar.
      -Yavaş ya da çok hızlı, vurgusuz okuma, kelimeleri hatalı okuma şeklinde okuma bozuklukları gözükür.

     Her gün gazetede, dergide veya herhangi başka bir yazılı/sözlü kitle iletişim araçlarında konuyla ilgili bir çok yanlış bilgiler paylaşılıyor ve aileler bunları okuyor, malesef yanlış bilgi sahibi oluyorlar. Bu bilgi kirliliği ise zaten yeterince kaygılı ve karışık durumda olan aileleri olumsuzluklara daha çok sürüklüyor ve beklentilerini gerçeklikten uzaklaştırıyor. Bütün bu zincirlemeden ise en çok çocuklar etkileniyorlar. Bu nedenle, yazının bundan sonraki kısmı yanlış bilinenleri düzeltmek şeklinde devam edecek. 

    Yanlış bilgi-1- ''Her öğrenme güçlüğü olan çocuk, disleksidir.''

    Doğrusu: Her öğrenme güçlüğü tanısı almış çocuklar ya da bireyler ''disleksi'' değildir. Öğrenme güçlüğünün yukarıda da görüldüğü üzere bir çok alt tipi vardır ve disleksi sadece bu tiplerden birisidir.  

    Yanlış bilgi-2- ''Her öğrenme güçlüğü olan çocuk, üstün zekalı/üstün yeteneklidir.''

    Doğrusu: Her öğrenme güçlüğü olan birey üstün zekalı/üstün yetenekli değildir. Öğrenme güçlüğü olan bireyler zihinsel engel problemi olmayan bireylerdir. Kalıtımsal ve çevresel faktör etkisine bağlı olarak, diğer normal gelişim gösteren çocuklarda olduğu gibi, normal ya da yüksek IQ puanına sahip olabilirler. 

    Yanlış bilgi-3- ''Tüm öğrenme güçlüğü olan çocuklar, aynıdır.''

    Doğrusu: Bu tanıyı almış bazı çocuklar benzer özellikler taşıyabilirler fakat bir çoğu, öğrenme ve davranış biçimleri bakımından kendi içlerinde farklılık göstermektedirler. Örneğin; bir çocuk sadece yazma ve okuma bozuklukları gösterirken, bazıları sadece matematik bozuklukları yaşayabilir ya da bir kısmı matematik ve okuma alanlarının her ikisinde birden problem yaşarken, bazı çocuklar matematik ve okuma alanında hiçbir güçlükle karşılaşmayabilir. 

    Yanlış bilgi-4- ''Disleksik çocuklar, ''b'' ve ''d'' gibi harflerin yazarken karıştırırlar.''


    Doğrusu: Disleksik çocuklar ''b,d,p'' gibi harflerin yazılışlarını değil, okunuşlarını karıştırırlar. ''B,p,d'' gbi benzer harflerin yazılışını karıştıran çocuklar, ''agraphia'' yani yazma bozuklukları olan çocuklardır. Ancak agraphia, disleksi ile beraber ya da ayrı görülebilir. 


    Yanlış bilgi-5- ''Öğrenme güçlüğü olan çocuklar, okuma yazma öğrenemezler.''


    Doğrusu: ''Öğrenme güçlüğü olan çocuklar, okuma/yazma, matematik gibi becerileri öğrenebilirler. Ancak diğerlerinden farklı olarak, doğru yaklaşım, doğru müdahale ve ''özel eğitim'' gerekir.


    Yanlış bilgi-6- ''Okuma/yazma öğrendikten sonra, öğrenme güçlüğü tamamen ortadan kalkar.''


    Doğru: Öğrenme güçlüğüne özgü, dikkat problemleri, karar vermede güçlük yaşama gibi bazı özelliklerin, ileri ki dönemlerde de etkileri devam edebilmektedir. 


    Yanlış-7- '' Dikkat eksikliği ile öğrenme güçlüğü aynı şeydir.''


    Doğrusu: Dikkat eksiliği ve hiperaktive bozukluğu, başka bir tanıdır ve kesinlikle öğrenme güçlüğü ile aynı şey değildir. Fakat dikkat eksikliği ve hiperaktive bozukluk görülen birçok çocuk, aynı zamanda öğrenme güçlüğü tanı kriterlerini de gösterir, yanı bu iki sorun tipi çakışır. Öte yandan, öğrenme güçlüğü tanısı alan çoğu çocukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluk görülmeyebilir.


    Son söz olarak; bazı çocuklar özgül öğrenme bozuklukları alt tiplerinden sadece birinin özelliklerini gösterirken, bazıları birkaçının özelliklerini bir arada gösterebilirler. Özgül öğrenme güçlüğü/bozukluğu tanısı almış bir çocuk, tanının alt tipi her ne olursa olsun, özel gereksinimli bir çocuktur. Hayata daha kolay uyum sağlaması, bağımsızlığını kazanması ve performans düzeyinin  en iyi seviyeye çıkabilmesi için, bireysel eğitim programı hazırlanarak, özel eğitim görmesi gerekir. RAM raporu olan her çocuğun, ''özel eğitim almak'' yasal hakkıdır. Kendi çocuğunuzda veya etrafınızdaki bir çocukta bu tür davranışları sürekli olarak görüyor ve şüpheleniyorsanız, vakit kaybetmeden bir uzmana başvurun.
    Lütfen unutmayın ki; ''HER ÇOCUK ÖĞRENİR.''
    

8 Şubat 2016 Pazartesi

Özel Eğitim Görüyor Ama?

    Doğumdan hemen sonra ya da ilk çocukluk yıllarında çocuğunuzun özel çocuklardan biri olduğunu öğrendiniz. Durumun ciddiyeti ile beraber her ailenin yaşayacağı şok/inkar/kabullenme evrelerini tamamladınız ve şimdi kolları sıvama zamanı.  
   Özel eğitim nedir, ne değildir? Çocuğum özel eğitim görüyor, ama ne yeterli mi? Özel eğitimin tam nitelikli olduğundan emin olmak için nelere dikkat etmeliyim? Yasal haklarım neler? Ne kadar süre Özel Eğitim görecek? Sadece gittiği kurumda özel eğitim görmesi yeterli mi?.. Ve daha bir çok soru kafanızın içinde dönüp duruyor doğal olarak. Bu yazıda genel bir çerçevede ve kısaca bu soruların cevaplarına değinmeye çalışacağım.

    Öncelikle ''Özel Eğitim nedir?'' sorusuna net bir cevapla başlayalım.   Fiziksel, zihinsel, iletişimsel, sosyal ve duygusal gelişimlerindeki özellikleri nedeniyle, normal gelişiminden farklılık gösteren-özel durumu olan çocukların eğitimleri için, normal eğitimden farklı olarak özel yetiştirilmiş personel, özel geliştirilmiş programlar, özel araç gereçler ve bazen özel düzenlenmiş çevre ile uygulanan eğitim şekline ''Özel Eğitim'' denilmektedir. Temel amacı, özel gereksinimli bireyi, ulaşabileceği en ''bağımsız'' yaşam şekline yaklaştırmaktır.

  Peki ''özel eğitim gereksinimli''  bireylerin eğitimleri ile ilgili bazı temel yasal hakları nelerdir?
  • - 0-21 yaş arasındaki bireyler, yetersizlikleri ne olursa olsun özel eğitimden yararlanabilir
  • - Bireyselleştirilmiş eğitim programları (BEP)
  • - Parasız ve uygun eğitim
  • - Herhangi bir fark gözetmeksizin değerlendirme
  • - Aile katılımı
  • - Yasal uygulama hakkı
   Bu haklardan yararlanamama konusunda ailelerin itiraz etme hakları da vardır. Ailelerin itiraz haklarından olan konulardan bazıları ise;


  • - Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesindeki Özel Eğitim Hizmetleri Kurulunda 15 gün içinde yerleştirme ile ilgili cevap alamazsa idari mahkemelerine başvurabilir.
  • - Eğitsel değerlendirme ve tanılama ile yerleştirme kararlarının her birine birer defa olmak üzere, kararın kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren 60 gün içinde itiraz edebilir.
  • - Eğitsel değerlendirme ve tanılama ile yerleştirme kararlarıyla ilgili Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’na yapılacak itirazlar incelenerek, en az 30 gün içerisinde sonuçlandırılır. Sonuç; veliye, okula ve RAM’a (Milli Eğitime bağlı Rehberlik ve Araştırma Merkezi) yazılı olarak bildirilir. 30 gün içinde cevap verilmemesi halinde, idare mahkemelerine başvurabilir.
  • - Eğitsel değerlendirme ve tanılama ile yerleştirme kararlarıyla ilgili Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’na yapılacak itirazlar incelenerek, en az 30 gün içerisinde sonuçlandırılır. Sonuç; veliye, okula ve RAM’a yazılı olarak bildirilir. 30 gün içinde cevap verilmemesi halinde, idare mahkemelerine başvurabilir. (T.C Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği)
    Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı nedir, ne değildir?

    Bir özel eğitim programıdır. Özel gereksinimli çocuğa kazandırılacak davranışların neler olduğu, bunların nasıl, nerede, ne zaman kazandırılacağını planlayan dökümandır. Çocuğun şu anki performans düzeyini, kısa dönemli amaçları, uzun dönemli amaçları, öğretim sürecini, kullanılacak araç gereçleri ve değerlendirme ölçütlerini kapsar. 

    -BEP asla bir grup için hazırlanmaz, bireyseldir.
    -Hazırlanan BEP değiştirilemez değildir. Uygulama sürecinde karşılaşılan güçlükler veya ihtiyaç değişikliklerine göre değiştirilebilir. 
    -Asla tek bir kişi tarafından hazırlanmaz!!! (Bireyselleştirilmiş eğitim programı geliştirme birim üyeleri tarafından hazırlanır ve bu birim üyeleri; Başkan, özel eğitimi uygulayan öğretmen, aile, çocuğun kendisi, rehber öğretmen/psikolojik danışman, çocuk gelişimci/çocuk gelişimi uzmanı gibi bireyleri kapsar) 
   -Günlük bir eğitim/öğretim planı değildir, uzun bir süreci kapsar. 
   -Uygulayıcı kişi, kesinlikle hazırlanan BEP in ekibi içerisinde yer almış biri olmalıdır.   -BEP özel eğitim gereksinimi olan her çocuğun yasal hakkıdır.

Kısaca yararları;

  •  -Çocuğunuzun farklılığından kaynaklanan özel gereksinimlerinin en iyi şekilde belirlenmesini ve karşılanmasını sağlar.
  •  -Özel eğitim derslerinin sistemli bir şekilde düzenlenmesini ve ilerlemesini sağlar. Çocuğun öğrenme ve ilerlemesinin kayıt altına alınmasını gerektirir. (Özel eğitim sürecinde ilerleme için sistem ve kayıt oldukça önemlidir.)
  • -Ailenin çocuk hakkında doğru ve net bilgi sahibi olmasını sağlar. Aile ile eğitimciler arasında iletişimi kuvvetlendirir, aile ekibin bir parçası olur. (Özel eğitim sürecinde en temel taşlardan biri ''aile işbirliği ve katılımı''dır)
  • -Uygulayıcı eğitmenin hata yapma olasılığını düşürür ve başarısız olmasını engeller. 
  • -Öğretilen becerilerin işlevsel olmasını sağlar.

    Tüm bu bilgiler doğrultusunda; güvenilir bir ekip tarafından, tüm yasal ve etik kurallara çerçevesinde, bilimsel verilere dayanarak, aile işbirliği ile gerçekçi hedeflere yönelik hazırlanmış bir BEP, çocuğunuzun özel eğitim sürecinin en verimli şekilde devam ettiğinin teminatı olacaktır. Kitabına uygun hazırlanmış bir ''bireyselleştirilmiş eğitim programı'' tarafların haklarını güvence altına bir nevi taahhütnamedir. 

    Ayrıca aile katılımı, işbirliği ve desteği bu sürecin en önemli faktörlerindendir. Eğer sizin desteğiniz, özveriniz, sevginiz ve sabrınız olmazsa, en iyi ellerden hazırlanmış, en iyi bireyselleştirilmiş eğitim programı dahi tam fayda sağlamayacaktır. 


7 Şubat 2016 Pazar

Anne ben nereden geldim? // Seni Leylekler Getirmedi

   Cinsel eğitim aslında doğumla beraber başlar ve yaşam boyu devam eder.  Ebeveynler, aileler, akranlar, eşler, sevgililer, okul hayatı, inançlar ve medya çocuğunuzun cinsel gelişimi üzerine yaşamı boyunca etki eder. Böylesine kapsamlı bir konunun yer aldığı bu yazı eksiklikler, karşı çıkışlar, zıtlıklar ve kusurlar içerebilir elbette.
   Cinsel eğitimin asıl amacı, çocukların cinsel ve ruhsal sağlıklarını korumak, iyileştirmektir. Doğru bir cinsel eğitim, beraberinde fiziksel, duygusal, bilişsel, sosyal ilişkiler, iletişim, öz güven, kaliteli sevgi bağı kurabilme, kendini gerçekleştirme, kişilik gelişimi gibi alanlarda da sağlıklı bir birey olmayı getirir.
   Bir çocuğun cinsel gelişiminin sağlıklı bir şekilde devam etmesi uzun bir süreci kapsar. Çocuğun ilk cinsel eğitim deneyimleri, kendi cinsel kimliğini ayırt etmeye başladığında kapınızı çalar. Bu dönem çocuğunuzun yaklaşık 2-3 yaş dönemidir ve '' Ben bir kızım/ Ben bir erkeğim. Kızlar arabalarla oynamaz, erkekler etek giymez'' gibi söylemleri ile kendisini gösterir. 
   Çocuğunuzun kendi cinsel kimliğini fark etmeye başladığı bu dönemde, keskin bir cinsiyet ayrımcılığı yapmadan onu desteklemeniz önemlidir. Örneğin, '' Evet sen çok tatlı bir kızsın, fakat eğer isterlerse kızlar da arabalarla oynayabilirler./ Evet sen yakışıklı bir erkeksin ve erkekler etek giymezler, fakat eğer isterlerse küpe takabilirler veya saçlarını uzatabilirler.'' gibi, anlayabileceği dilde kısa bilgiler verebilirsiniz. Büyüdüğünde kendi bedenini kabul edebilmesi ve diğer insanların seçimlerine saygı gösterebilmesi için cinsel ayrımcılık içermeyen bu ayrıntılar, onun dünyası için önemlidir. Bu yaş döneminde kadınların ve erkeklerin cinsel organlarının birbirlerinden farklı olduğunu anlamaları için ortamlar sağlanabilir. Örneğin, Kız çocuğunun yanında erkek bir bebeğin, erkek bir çocuğun yanında kız bir bebeğin altını değiştirmek gibi.
   Ve o beklenen soru bir gün sizin çocuğunuzdan da geldi, '' Anne/baba ben nereden geldim?!'' Bu soru onun kadın-erkek teması içeren ilk cinsel eğitim zamanına hazır olduğunu gösterir. Çocuğunuz size bu soruyu sorduğunda ona anlayabileceği, oldukça basit ve somut bir dille gerçekleri söyleyin. Örneğin; 
'' Annenle/babanla birbirimizi çok sevdik, bir bebeğimiz olsun istedik, ve karnımdaki bir yumurtadan sen geldin.'' gibi kısa, net ve gerçek cevaplar verebilirsiniz. 
  Bu konuda önemli olan noktalar şöyle sıralanabilir;
   - Çocuğunuz size bu soruyu sormadan, ona nasıl dünyaya geldiğini anlatmaya çalışmayın.
   - Çocuğunuzun sorduğu sorudan daha fazla cevap vermeyin.
   - Açık, dürüst ve gerçekçi olun.
   - Ona bu konuda gerçek dışı şeyler asla söylemeyin. ( ''Seni leylekler getirdi.'' gibi)
   - Onun sormadığı soruları yanıtlamayın, sorduğu soruları ertelemeyin.
   - ''Neden kadın ve erkek seks yapar?'' sorusuna ''Sadece bebek yapmak için'' demeyin. İnsanların ya da anne babanın, iyi hissetmek ve eğlenmek için de seks yapabileceklerini ona açıklayın.
   - Onu asla cezalandırmayın ya da sert bir tutum göstermeyin!
   - Onu cinsel kimliği ya da cinsel organıyla dolaylı ya da dolaysız olarak tehdit etmeyin,  aşağılamayın ve alay etmeyin!
   - Eğer bu konuda sizin yanıtlayabileceğinizden fazla sorular soruyorsa, onu susturmayın, ısrarla konuyu değiştirmeyin. Bunun yerine konuyla ilgili, yaşına uygun ve pedagojik formatta güzel bir kitap alıp okuyabilir ya da bir video izleyebilirsiniz.
    6 yaş döneminden itibaren çocuklar cinsel kimliklerinin iyice farkına varmaya başlarlar. Kız çocukları kızlarla, erkek çocukları erkeklere oynamaya daha meyillidir. Hatta bazen ''Ben kızlarla oynamam/ben erkeklerle oynamam'' gibi cümleler kurabilirler. Bu sizi korkutmasın, çünkü çocukların psikoseksüel gelişim evrelerinde olması gereken sağlıklı adımlardan biri budur. Ancak çocuğunuz bu tepkileri olması gerekenden çok daha fazla veriyorsa, o zaman onu zorlamadan bilgilendirip yönlendirebilirsiniz.
   Çocuğunuza açık, dürüst, sakin ve anlayışlı bir yol izleyerek vereceğiniz bir cinsel eğitim, ileri ki yaşamında da sizinle her konuda paylaşımcı olmasını ve size her konuda güvenebileceği duygusunu besleyecektir.
   Unutulmamalıdır ki; Anne babaların cinsel eğitim konusundaki samimiyetsizliği, gerçekçi olmayan yüksek ahlak standartları, aşırı sertlik ya da aşırı özen, gereksiz karşı çıkmalar, cezalandırmalar, erken yaşta baştan çıkarmalar, çocuğun bilgisiz olduğu bu alandan aldığı yüksek zararlı etkilerdir. Çocuğun doğumuyla başlayan bu eğitim, ileri ki hayatında oluşturacağı kimlik gelişiminde derin ve büyük etkileri olan bir konudur.